
5 üzerinden
Konusu: 2.5
Akıcılık: 2.5
Karakterler: 3
Yenilikçi: 5
Ortalama: 3.25
Orhan Pamuk’un kaleme aldığı eser 2008 yıllarında piyasaya sürülmüş. Füsun’a olan aşkını saplantı haline getiren Kemal adında zengin bir iş adamının hikayesi anlatılıyor. 70’lerin ortasından 2000’lerin başına kadar uzanan hikâye İstanbul’un süreç içinde değişimine de tanıklık ediyor. Kitap tamamen kurmaca olmasına rağmen gerek Orhan Pamuk’un kendini gerçek karakter olarak kitaba ekleyişi gerekse de kitap hakkında müze yapılışı hikâyeyi kurmaca ile gerçek arasında bir yere yerleştiriyor.
Öncelikle kitap hakkında ki kendime göre eleştirileri yaparak başlamak istiyorum. Kitap adına müze olduğunu bildiğimden ve kitabın gidişatı içerisinde nasıl bitebileceğini tahmin ettiğimden kitabın sonunu merak etme veya acaba bir sonraki bölümde ne olacak gibi bir heyecana kapılma olmadı. Bir diğer konu ise kitap akışında belli bir olay, mekân veya kişi üzerinde verilen detayların derinlik getirmeden farklı açılardan tekrara bağlaması. Tabi ki detaylandırma romanların olmazsa olmazı. Karakterlerin ruh hali, mekânın detayları, olayın farklı yanlarını zihnimizde canlandırma ve kitabın konusuna kendimizi kaptırmak için şart. Fakat derinlik getirmeyen tekrarlar benim için kitabın sürükleyiciliğine zarar veriyor. Örneğin karakterin bir ruh hali var ve bu ruh halini betimlerken her verilen yeni bir benzetme o ruh halinin farklı noktalarını görmemizi sağlaması lazım. Eğer zaten anladığımız veya hissettiğimiz bir olayı farklı cümlelerle 3 sayfada anlatmak kitabın akışından kopmamı sağladı diyebilirim. Yukarıdaki belirttiğim iki konu yüzünden kitabı çok sıkılarak ve zar zor tamamlayabildiğimi belirtmek isterim. O yüzden konuya 2.5, akıcılığa da 2.5 veriyorum.
Karakterlere gelince, genelde alışılmışın dışında olan ve öne çıkan ana karakterimiz Kemal. Gerek takıntılı oluşu gerekse de sevdiği kadına ait her eşyayı biriktirmesi biraz farklılık katıyor. Diğer karakterlerden benim için biraz Kemal’in babasının verdiği öğütler ve kişiliği ilgimi çekti. Bunca sene herkesten sakladığı olayı oğluna öğütler eşliğinde anlatması ilginçti doğrusu. Başkada merak uyandıran bir karakter var diyemeyeceğim. Diğer ana karakter olan Füsun genellikle kişiliğinden çok güzelliği ile bahsedildiğinden verdiği tepkilerden nasıl biri olduğunu analiz ediyoruz. Karakterler için puanım 3.
Şimdi ise en çok eleştirmek istediğim konuya geliyoruz. Biraz kitabın konusundan uzaklaşacağız ancak üzerinde durmazsam önemli bir noktayı atlamış olacağım. Maalesef ülkemizde sürekli model olarak farklı kültürleri, toplumları örnek alma her kesimde olduğu için yaratıcı bir toplum yerine taklitçi bir toplumuz diyebilirim. Bunun en büyük nedeni ise sürekli bir ideoloji olarak batılı, Avrupalı veya İslam gibi farklı örnekler gösterilerek toplumda ki her kesimin farklı bir toplum anlayışını taklit etmeye yöneltilmesine bağlıyorum. Kitapta Avrupa, Avrupalılar, Avrupa’da şöyle olur gibi çok fazla karşılaştırma var. İlk öncelikle bir kıta üzerindeki tüm ülkelerin insanlarının aynı düşüncede, aynı karakterde olması, devlet yapılarının aynı olması, olaylara tepkilerinin aynı olduğu gibi bir düşünce tamamen yanlış diye düşünüyorum. Örneğin İspanya ve Norveç tamamen farklı toplumlar. Yaşayışları, hayata bakışları toplum kuralları. Aynı durum Polonya ve İngiltere için de geçerli olduğu gibi Avrupa kıtasındaki birçok ülkede aynı durum var. İtalya’nın kuzeyi ile güneyi arasında ki insan profili bile oysaki ne kadar farklı. Bizim İzmir ve Trabzon’daki insan profilinin farklı olması gibi. Bazı ülkelerde gördüğümüz iyi davranışları veya tepkileri alarak bunları Avrupalı potasında eritmek, sanki tüm Avrupa ülkesindeki insanlar aynı düşünceleri paylaşıp aynı karaktere sahip gibi bir üstün kültür olarak görmek çok yanlış diye düşünüyorum. Bu yüzden verilen örneklerin birçoğuna katılmıyorum. Hem karşılaştırmaların sürekli tekrar edilmesi hem de karşılaştırmalara katılmamam işin açıkçası bu örneklendirmelerin benim için itici gelmesine neden oldu. Ülkeler baz alınarak yapılsa en azından daha tutarlı olurdu diye düşünüyorum. Zeybek yerine bale yapınca, türkü yerine opera söyleyince, simit yerine kruvasan yiyince daha çağdaş bir kültüre sahip olmuş olmuyoruz. Sadece bir toplumu taklit etmiş ve kendi kültürümüzden uzaklaşmış oluyoruz. Tabii ki de ülkemize farklı düşünceleri, sanatları kazandırmak bunları farklı toplum grupları içinde yayılmasını sağlamak farklı tatlar ve bakış açıları için önemli. Ancak eğer bunları kendi ana kültürümüzle değiştirilmesi veya daha üstün kültür olarak görmek çok hem de çok sakıncalı. Çağdaş kültür demek bence kendi kültürlerini koruyarak, eskileri ile de yetinmeyip yeni kültür ögeleri çıkaran kültürlerdir. Ve bu kültür ögelerinin başka toplumların kendi kültürlerinde taklit etmelerini başaranlardır. Örneğin Amerika’da Rap müzik kültürü doğdu ve tüm dünya ülkeleri bu müzik tarzını kendi kültürlerinde taklit ettiler. Buda bu alana ilgi duyan insanların Amerika’da ki rap kültüründeki insanlar nasıl giyiniyor, nasıl davranıyor ise taklit etmelerine yol açtı. İşte bizim gençlerimize de hem mevcut kültürlerimizi özendirmeleri ve yeni ögeler çıkartmaları için ilham ve destek olmalıyız. Ancak o zaman taklit eden değil, taklit edilen toplum oluruz. Toplumumuzda bu potansiyelin var olduğuna ancak kitap ve sinema yazarları gibi ülkenin düşüncesine yön veren insanların öncülük etmesi gerektiğine inanıyorum.
Bu kadar eleştiriden sonra güzel cümlelerle son bölümü noktalayalım. Her şeyden önce hayali bir konuya yazarın kendini dahil ederek konuya bizi inandırması ve kitabın içinde geçen mekânlarla, karakterlerle bağlantılı eşyaların bulunduğu bir müze oluşturarak hayali bir olayı gerçeğe dönüştürmek dahiyane. İşte sırf bu yüzden yukarıdaki saydığım eleştirilere rağmen kitap okunur ve o müzeye gidilir. Orhan Pamuk bu yaratıcı fikri ile çok önemli bir yenilik getirmiş. Kitabın ana karakteri Kemal’in takıntılı olarak âşık olduğu kadına ait her şeyi toplama fikri ve sonunda bunu müzeye dönüştürmesi Türkiye’de eksik olan müzecilik anlayışının iyileştirilmesini sağlayacak güzel bir reklam olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden Yenilikçi kategorisi benden tam puan 5 alıyor. İstanbul’u ziyaret ettiğimde ilk işim bu müzeyi ziyaret etmek olacak.